Zeki Demirkubuz’un yolu

Demirkubuz’un kirli, paslı, karanlık bir Yavuz Turgul olmayı reddettiği yolun sonu, bir tür “aşk filmlerinin unutulmaz yönetmeni” olmaya çıktı.

Zeki Demirkubuz için 2012 pek hayırlı bir yıl olmadı.

Nisan’da gösterime giren “Yeraltı”, filmdeki karakterlerin Demirkubuz ve Nuri Bilge Ceylan’la paralelliği tartışmasını beraberinde getirdi. Eylül’de bu kez film Altın Koza’dan iki oyuncu ödülüyle dönünce Demirkubuz twitter’da şöyle yazdı: “Bu filmleri kendileri jürilik yapsın diye çektiğimi zanneden gerzeklerden çok sıkıldım artık. Bundan sonra Türk festivallerinde yarışmak yok.” Bundan birkaç gün sonra Türkiye’nin Oscar’a göndereceği film açıklandı ve Demirkubuz yine twitter’dan konuya girdi: “Benim filmimi seçmemişler. Bundan sonra Oscar’a da film yok.”

15 yıl önce, tüm zamanların en iyi Türk filmleri arasında gösterilen bir filme imza atan genç yönetmenle bu öfkeli adam arasında bir bağ görüyor musunuz? Karanlığı üretici olmaktan çıkıp yıkıcı bir güce dönüşmüş bir sanatçı görüyoruz sanırım. Twitter’daki hedefi yerli festivaller, “Yeraltı”ndaki hedefiyse yurtdışında ödül alan meslektaş(lar)ı.

Evet, Demirkubuz’un yabancı festivaller konusunda talihi yaver gitmiyor. Cannes’da Belirli Bir Bakış bölümünde yer alan “İtiraf” ve “Yazgı” filmografisindeki istisnalar. Buradan filmlerinde birtakım sorunlar olduğu sonucunu çıkarmak doğru değil bence, sinemasının iki temel özelliğinin altını çizmek gerek.

Birincisi, Demirkubuz sinemanın görsel imkanlarından çok filmlerinin tartıştığı meseleyle ilgilenen, bu tartışmayı sıklıkla doğrudan karakterlerin söyledikleri aracılığıyla gerçekleştiren, karakteri ve diyaloğu sinemanın diğer unsurlarının önüne koyan, “kitabi” yanı baskın bir yönetmen. Bunu illa bir eksiklik olarak niteleyemeyiz ama günümüz sinemasının eğilimleri ve “festival çevreleri”nin beğenileriyle aynı yönde olmadığı muhakkak.

İkincisi, Demirkubuz filmleri, öykü ya da karakterlerinin getirdiklerinden öte ve daha derin biçimde, atmosfer, hâkim duygu ve referanslarıyla “buralı” filmler. Adeta Türkiyeli olmakla ve Türkiye’de yaşamakla kavranabilecek, içine girilebilecek filmler.

Kaldı ki, hep söylendiği gibi, Demirkubuz’un sinemasıyla Yeşilçam arasında sıkı bir bağ mevcut. Yeşilçam’ın melankolisi Demirkubuz’un sinemasında yerini kesif bir karanlığa bıraksa da bu aradaki kan bağını ortadan kaldırmıyor, sinemasına “babanın asi çocuğu” kimliği kazandırıyor.

Filmlerinin yurtdışında karşılık bulmamasında bu tablonun payı olduğunu düşünüyorum. Ancak aynı tablo Demirkubuz’a büyük bir imkan da sunuyor(du). Demirkubuz manzaranın görünürdeki “eksik”liğine kapılmasa, “Masumiyet”, “Kader” ve başyapıtı olduğunu düşündüğüm “İtiraf”ta en parlak örneklerini verdiği sinemayı derinleştirmekle uğraşıp, ondan başka kimsenin dolduramayacağı bu alanın hakkını vermeye girişse, Yavuz Turgul’un ana akım sinemada yaptığını bağımsız (“yeraltı”) sinemada gerçekleştiren bir yönetmen olabilirdi ve bu da çok ciddi bir başarı sayılırdı.

Demirkubuz o yönde ilerledi, belki başardı da, ama oraya demir atmadı. Sonuç: Gereğinden fazla insanla paylaştığı ve filminde alenen sergilediği iddiaları sonradan inkar eden, festivallerde ödül alamayınca “gerzek” jürilere kızan bir yönetmen.

Son iki filmi Demirkubuz’un nerede (ve nereye) takıldığını söylüyor. Birinin adı “Kıskanmak”, adı “Yeraltı” olan diğerinin ise ana teması kıskanmak. İşin ironik yanı her iki film de kendi sinemasına en az benzeyen, kızdığı “diğer yönetmenler”i andıran, bilerek veya bilmeden onlara öykünen filmler. Kirli, paslı, karanlık bir Yavuz Turgul olmayı reddettiği yolun sonu, bir tür “aşk filmlerinin unutulmaz yönetmeni” olmaya çıktı.

Demirkubuz’un önünde “İtiraf” ve “Yeraltı”nın işaret ettiği iki yol var gibi görünüyor. “İtiraf”ta karanlığını, takıntılarını ve insanın ezeli ve ebedi kötülüğüne dair fikirlerini damıtıp kusursuz bir hikaye ve çarpıcı bir dramatik yapıya döktü. Sürekli yeni katmanlara açılan öyküsü, aşkı suçla ve suçluluk duygusuyla, tüm bunları Türkiye’nin sosyopolitik arka planıyla birleştiren bakışı ve filme adını veren kavramı bir kişi, bir ilişki ve bir toplum üzerinden ele alan ustalıklı senaryosuyla “İtiraf” Demirkubuz’un “Suç ve Ceza”sıydı. “Yeraltı” ise mecazi olmayan bir itiraf. Bir kusma hali. Sinematografisi daha sofistike, öyküsü ve niyeti çok daha ham.

Bilincinin yeraltındakileri ortaya çıkarmak, küçümsenmeyecek bir insani çaba. Ancak bir yönetmen olarak Demirkubuz bununla yetinmemeli, bulduklarını yontarak üstü kapalı bir itirafa dönüştürmeli. Neticede sinema madencilikten öte bir simya işi.

(Sinema, Kasım 2012)

5 responses to “Zeki Demirkubuz’un yolu

  1. Babam su juriye gecirme olayindan beri kendisine “demirkabiz” diyor…epey uygun dusuyor duruma bence 🙂

  2. ‘Karanlığı üretici olmaktan çıkıp yıkıcı bir güce dönüşmüş bir sanatçı’. Böylesi güçlü bir ifade çok aşina geldi, Hades’in dünyasına gönderme niteliğinde. Sonra yazının bütününe ve yönetmenin filmlerinin içeriğine baktığımda zaten olay ordaymış diye düşündüm. Doğum tarihi 1 Ekim 1964 görünüyor internette, doğruysa tabi. Terazi’ymiş kendisi, kıyaslamalar doğal olarak gelmiş sanki. Saatine rastlamadım, ama doğum saati belirtilmeden haritasını açtığımda evlerden bağımsız Plüto Başak’ta görünüyor ve Uranüs’le kavuşum halinde. Karanlıkların içindeki zenginliği ‘madencilik’ yaparak, derinlere doğru kazarak bulma, ölüp dirilme, dönüşme, başkaldırı, özgürleşme ve bireyselleşme isteği yapıda var ve bu işiyle, rutiniyle ilgili işte tam da yukarıda ifade ettiklerine ışık tutuyor. Bu arada düşününce hiç Demirkubuz izlemedim sanırım. Başlamak için önerin İtiraf mı oluyor?

Yorum bırakın