Peter Weir: Görünmeyenin peşinde

Sene 1976. Peter Weir, Gelibolu’ya gelir. Niyeti savaşın yapıldığı yerleri gezmektir.

Denize girer. Yürür. Binlerce mezar ve uzaklardaki birkaç nöbetçi asker dışında etrafta hiçbir şey ve hiç kimse yoktur.

Az sonra, birinin onu izlediği hissine kapılır. Bir askerin, peşine takıldığını düşünür. Etrafına bakar. Kimseyi göremez. Seslenir, cevap alamaz.

Yürümeye devam eder. Fakat birilerinin onu izlediği duygusundan kurtulamaz. Üstelik sayıları da giderek artmaktadır sanki.

Birden, kendisini izleyenlerin, savaşta ölen askerler olduğunu düşünür. Yüksek sesle “Bana eşyalarınızı gösterin” deyiverir. Bunu neden söylediğini bilmez ama söylemiştir işte.

Az sonra bir köşeyi döndüğünde, yerde duran ve yıllar öncesinden kalmış gibi görünen birkaç parça eşyayla karşılaşır. Bir ayakkabı. Bir sigara kutusu.

Eşyaları eline alır. Bakar. Ağzından şu sözler dökülür: “Sizin filminizi yapacağım”.

peter weir

Peter Weir, 32. İstanbul Film Festivali’ndeki “masterclass” sırasında bu anıyı anlattıktan sonra, belki seyirciler arasında etkileneceklerin yanı sıra hoşlanmayacakların da olabileceğini hesaba kattığından, “Beni her zaman böyle şeyler yapan biri olarak düşünmeyin. Bu hayatımdaki tek örnek” dedi. Ben de, defalarca seyrettiğim filmlerine ve okuduğum/izlediğim onlarca söyleşisine istinaden, “Hiç de değil” diye yanıtladım içimden.

Weir için görünmeyen, sezilen, hissedilen her zaman önemlidir. Sinemasının bunun üzerine kurulu olduğu söylenebilir.

“The Plumber”ın tamirat için geldiği evden bir türlü gitmeyen tesisatçısında, “Picnic at Hanging Rock/Hanging Rock’ta Piknik”in kayıplara karışan kızlarında, “The Last Wave”in garip rüyalar gören avukatında, “The Cars That Ate Paris”in tuzağa düşürdükleri arabalar sayesinde ekmek parası kazanan köylülerinde, “The Mosquito Coast/Sivrisinek Sahili”nin Tanrı kompleksinden mustarip bilim adamında, Truman’ın reality şovdan ibaret hayatında, “Fearless/Korkusuz”un Max Klein’ının ölümsüzlük takıntısında, hatta “Gallipoli/Gelibolu”daki gençlerin çölleri aşan yolculuğunda, bilim-kurgu demeyelim ama bir “Alacakaranlık Kuşağı” havası vardır.

Weir’in ilgilendiği ve kurcaladığı tam da bu alacakaranlıktır. Görünenle görünmeyeni, söylenenle söylenmeyeni birbirinden ayıran, daha doğrusu ayıramayan o ara bölge. Çünkü görünmeyen, ortaya çıkmak ister. Yer altına itilen, yerine itiraz eder.

picnicPicnic at Hanging Rock/Hanging Rock’ta Piknik

Weir, Avustralyalıların “köksüzleştirilmiş Avrupalılar” olduğunu söyler her zaman. Getirilip bırakıldıkları yer de binlerce yıllık bir kültürün toprağıdır. O yeni ülke, bu kadim kültürü ezerek kurulur. “Ezerek” lafın gelişi, binlerce yılı ezmek ne mümkün? Üzerine inşa edilir. Weir’i de yüzeydeki ile aşağıdaki, modern ile ilkel, yeni ile kadim arasındaki bu tansiyon ilgilendirir. Filmlerinde yüzeydeki modernin sahte ve geçici, aşağıdaki ilkelinse gerçek ve kalıcı olduğu ima edilir. Yukarıdakiler ya bu bilginin kaygısını taşırlar ya da kısa bir süreliğine de olsa bunu anlamamanın tadını çıkarırlar. Her halükârda sular yükselir, dalga gelir, sahte olanı silip süpürür.

Bastırıldığı yerden çıkıp kendini göstermeye çalışan bu gerçeğin farklı yüzleri belirir filmlerinde. Eninde sonunda patlamaya mahkûm su boruları. Bir türlü kurtulamadığın rüyalar. Kayboluşları cevabı verilecek bir soru olmaktan çıkıp ömür boyu kafa kurcalayacak bir gizeme dönüşen kızlar. “Barbar”ların hayatını kurtarmaya niyetlenen okumuş ama dünyadan bihaber Batılılar. Tepeden tırnağa yalan bir hayat… Weir’in sinemasında herkes Truman’dır. O bakımdan, “Hayatımdaki tek örnek” dese de inanmayın.

“Gizemli olan doğaldır. Şimdi bize öyle gelmiyor çünkü dünyayı başka türlü görmeyi seçtik…” “Eskiden analitik düşünürdüm. Sonra bu bilgimi unutmayı başardım…” “Çocuklar gerçeğin çeşitli biçimleri olduğunu bilir ama küçük yaşta sindiririz onları. Rüzgar garip bir ses çıkararak eserken çocuğumuz ‘Rüzgar bir şey diyor’ der, biz ‘Saçmalama, esiyor işte’ deriz…” “Aborijinlere makyaj yapıyorlar diye gülüyoruz. Ona bakarsanız onlar da bize güneş gözlüğü taktığımız için gülüyorlar…” “Sette eşyalara dokunurum. Orada fikirler vardır…” Bunların tamamı Weir’in sözleri. Dahasını isterseniz bir de Japon çömlekçi hikayesi var. Her fırsatta anlatır, “masterclass”da da anlattı.

Yıllar önce karşılaştığı bir Japon çömlekçinin, yaptığı çömleklere imza atmaması Weir’in dikkatini çeker. Adama yaklaşır, neden imza atmadığını sorar. Çömlekçi “Ne haddime düşmüş” diye cevap verir. Weir “Sanat yapıyorsunuz sonuçta” diye üsteler. Adam cevap verir: “Ben çömlek yapıyorum. Bazen Tanrı’nın eli dokunur, o zaman sanat olur.”

Weir bu hikayeyi, “Sonra o adam nasıl çömlek yapıyorsa ben de hayatım boyunca öyle film yapmaya çalıştım” diyerek anlattı.

Filmlerindeki imzası bu yüzden çok görünür değildir. Aşağılarda bir yere gizlenmiştir.

(Yer Gösterici, Nisan 2013)

2 responses to “Peter Weir: Görünmeyenin peşinde

  1. Çok güzel bir yazı.weir’in seyretmediğim tüm filmlerinin bulup seyretmek istedim. Eline sağlık

  2. Tam bu gece Yay’daki Yeniay temasına uygun, sezgilere dair, anlam katan, vizyoner bir yazı. Eline sağlık.

Yorum bırakın