Tag Archives: zemeckis

What Lies Beneath/Gizli Gerçek

“Orada ne var?”: Michelle Pfeiffer “Gizli Gerçek”te

Gerilim sineması 40 ile 60’lı yıllar arasında saltanatını sürdükten sonra, 70’lerin sonlarından itibaren başka temalarla flörte girerek psikolojik-gerilim gibi yeni türler oluşturdu, başka türlerin içinde eridi, bir türden ziyade bir “motif”e dönüştü. “Gizli Gerçek” ise katıksız, klasik bir gerilim. Ve tek kelimeyle “gerilim.” Önüne, ardına bir şey eklenmesine gerek olmayan cinsten.

“Gizli Gerçek”, “Scream-Çığlık” veya “Last Action Hero-Son Muhteşem Kahraman”ın yaptığı gibi, hem kendi türünün klişeleriyle dalga geçip hem de onları kullanarak türü yeniden yaratmaya soyunmuyor. Ama 90’ların eğilimlerinden tümüyle bağımsız da değil. Referansları yine sinemadan; seyircinin türle ilgili “bilgi ve birikimini” kullanıyor. Bazen seyircinin aleyhine kullanıyor üstelik… Karakterlerini, seyircinin ezbere bildiği mekanların ve durumların ortasına koyuyor mesela. “Evet” diyor seyirci, “şimdi bir şey olacak.” İşin ilginç tarafı, bazen oluyor, bazen olmuyor. Film, türün klişelerini gerilimin bir parçası haline getiriyor. Dahası, perili evden gizemli cinayete, hayaletlerden aynalara kadar gerilim sinemasının birçok ögesinden yararlanıyor ama türle dalga geçmiyor. Aksine, “gerilim”i fazlasıyla ciddiye alıyor.

Filmin başarısını ölçmemiz için kritik önem taşıyan soruya gelelim: Bu “gerilim”in seyirci üzerindeki etkisi ne? Lafı dolaştırmaya gerek yok, “Gizli Gerçek” izlediğim en (“korkunç” kesinlikle doğru sözcük değil) tedirgin edici ve ürkütücü filmlerden biri. Peki ama her şey bu kadar “klasik” ve tanıdıkken, üstelik ortada öyle ahım şahım bir senaryo da yokken, bu nasıl oluyor diye soracak olursanız cevap belli: Robert Zemeckis.

90’ların en iyi filmlerinden olduğunu düşündüğüm “Forrest Gump” ve “Contact/Mesaj” sayesinde Zemeckis’in kimi zaman plan-sekanslara dönüşen uzun planlarını, pan yapmak dışında hareket ettirmeyi pek sevmediği kamerasını, geniş açılarını, genel planlarını (ve kaydırmayla yakın planlara dönüşmelerini), düzgün ve ölçülü kadrajlarını tanıyoruz artık. Zemeckis bu üslubunu son iki filminde girdiği olgunluk döneminin ustalığıyla birleştiriyor ve “Gizli Gerçek”i, rahatlıkla düşebileceği yerlerden alıp kalburüstü bir gerilime dönüştürüyor.

Zemeckis’in sinematografik tercihlerinin türe nasıl denk düştüğünü görmek kadar, filmdeki “zamanlama”lar üzerine düşünmek de başlı başına bir keyif olabilir sinemaseverler için. “Gizli Gerçek”i izleyip, planların birbirini hangi sırayla takip etmesi ve hangi planın perdede kaç saniye kalması gerektiği gibi hayati sinemasal kararların ne kadar doğru verildiğini görmek lazım. Zemeckis’in filme bonkörce serpiştirdiği küçük görsel sürprizler bir yana, uzunca bir banyo sahnesi var ki antolojilere girse yeridir. Bu kadar “basit” bir sahnenin, böylesine ürkütücü bir hal alması ve inanılmaz sinemasal lezzetler içermesi gerçekten hayranlık verici.

Zemeckis’in başarısında katkısı olan iki büyük yardımcısı var, anmadan geçmek olmaz. Biri, Michelle Pfeiffer. Senaryonun yüklediği ağır yükün altından, üzerine fazla bir şey söylemeyi bile anlamsız kılacak, olağanüstü bir performansla kalkıyor.

İkincisi ise, filmdeki ses çalışması. “Sinemada ses” konusunda iki çift laf etmek isteyen herkesin “Gizli Gerçek”e kulak vermesi gerek bence. Filmin seslerinde, gürültülü efektlerle dolu olmadığı için kulakların hemen idrak edemeyebileceği, son derece ince bir işçilik var. Diyalogun zaman zaman neredeyse hiç olmadığı filmde, yaprak hışırtılarından su damlalarına kadar sayısız ayrıntıyı barındıran “soundtrack”, filmin hayatla temasını ve gerilimin dozunu hayli artırıyor. Tabii, Silvestri’nin müziğinin de katkısıyla.

“Gizli Gerçek”in özgün adının, “altında yatan şey” anlamına gelmesi de boşuna değil. Zira filmin yüzeyindeki gerilim hikayesini kaldırınca, altından Amerikan ailesiyle ilgili sert saptamalar çıkıyor. Filmdeki mutlu ailenin altına baktığımızda ise hayattaki en büyük tutkusunu evliliği için feda eden bir kadın, kendini işine fazlasıyla vermiş bir adam ve fazlasıyla yıpranmış bir birliktelikle karşılaşıyoruz. Biraz daha aşağılardan ise ihanet ve cinayet çıkıyor. Pencerelerinden ve evlerini ayıran çitten takip ettikleri komşu ailede ise (ki bu iki aile arasındaki ilişkinin, “röntgencilik” ve “bilinmeyen” gibi konular açısından nasıl bereketli olduğunu anlatmaya yerimiz yetmez), görünen korkunç nefretin altından akıllara durgunluk verecek bir aşk çıkıyor. Filmdeki birtakım objelerin (örneğin fotoğrafların ve suların) altından neler çıktığını ise burada açıklamayalım. Zemeckis bir yandan “Amerikan ailesi”nin altını kazıyor (“altını oyuyor” da denebilir), bir yandan da “her şey göründüğü gibi değildir” diyor, “altına bakın.”

Kısacası, “Gizli Gerçek”te her şeyin altından başka bir şey çıkıyor. Zemeckis’in “popüler sinemacı” görüntüsünün altından usta bir yönetmen çıkalı ise çok oldu. “Gizli Gerçek”, hâlâ görmeyenler için.

(Sinema, Ocak 2001)